17 Ağustos 2011 Çarşamba

Kader miydi?..


Karanlıkların ayazındaki yıldızlara sığınmış soğuk bedeninden süzülen buz tutmuş karlar, yerini güneşin sıcaklığına bırakmıştı.
Baharın habercisi olan kuşlar da melodik sesleriyle çıplak dallarında uçuşmaya başladığında, birden mutluluk doluverdi yüreğine.
Minik serçelerin gelişi son kalan umutlarını bir anda canlandırıvermişti. Evet, artık yalnız değildi. Hırçın esen rüzgarlar, vücudunu saran soğuk karlar yok olmuştu. Gecenin karanlığında üzerinde parıldayan yıldızlara bakıp, yalvarışlarını hatırladı bir an.
Belki de onları izlerken tuttuğu dilekleri kabul olmuştu.
Artık yalnız değildi...

Bir an düşündü: 'Çabalamalıyım, bu baharın gelişiyle yeniden doğmalıyım, bol meyveler verip, gürbüz dallarımla etrafımdaki mutlu yüreklere kucak açmalıyım' Havaların iyice ısınmasıyla daha da güçlendi. Yemyeşil filizler verip çiçeklerle bezendi. Ardından dalları meyveleriyle doldu taştı. İnsanlar sarmaya başlamıştı etrafını, o artık çok mutlu bir yürekti.

İki çocuk, güle oynaya ona doğru yaklaşıyordu, ne güzel!.. Yerden ellerine aldıkları sopalarla meyve dolu dallarına vurmaya başladılar, birden canı yandı, dalları zedelenmiş, hatta birkaç tanesi de kopmuştu, ama olsun en azından etrafında onu seven birilerinin oluşu bu acıyı ona hissettirmiyordu. O mutluydu, yanında sıcaklığını duyduğu iki yürek vardı nasılsa, acılar geçer uzun süremez ki...

Ardından gelen iki sevgili gölgesinde birbirlerine aşkını fısıldarken o da şahitlik ediyordu bu sevdaya, bu ne gurur verici bir olaydı, anlatmaya tarifi bile yok!.. Cebinden çıkardığı çakıyla genç delikanlı, o güzel gövdesine bir kalp çizip isimlerini kazımıştı. Dili olsa haykırırdı, acısını yine içine gömdü, hem bir aşka şahitlik etmek öyle kolay olmamalıydı. Bu temiz aşk gövdesinde sonsuza kadar kalacak ve onların sevdasını ölümsüzleştirmiş olacaktı. Aşk bu, taşıması güçtür, acısı diner nasılsa, onu da unutur... Dostları gitgide çoğalıyor, acıları kim görür...

Yaz gelmişti, kuşlar yuva bile yapmıştı dallarına, ama afacan çocuklar sapanla taşlar atıp yuvayı bozdular, içindeki yumurtalardan çıkacak olan yavruları görememenin hüznü içini sarsa da, olmuştu bir kere. Olsun, 'onlar çocuk, olur o kadar.'

Ya pikniğe gelenlere ne demeli? Bir anda ortalığı kocaman bir kalabalık sarmıştı, 'insanlar ne güzel yaratıklar, keşke hep böyle yanımda olsalar' diye içinden geçirirken, baba olan kişi kalın ipi bir anda en kuvvetli dalına dolayıvermişti. Çocuklarının eğlenmesi için kurduğu salıncağa; bir oğlu, bir kızı biniyordu. Onlar sallandıkça, ipten zedelenen dalı yine canını acıtıyordu. Ama çocukları çığlıkçığlığa eğlenirken görmek kadar güzel bir mutluluk olabilir miydi ki?..

İşte istediği insanlar etrafındaydı, her yanını sarmışlardı...
'Dostlarım, can dostlarım, sizlerin sıcaklığını yakınımda hissetmek ne güzel !' diyordu...

Yazın sıcaklığı yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutarken, yerini sonbaharın yağmurlarına bırakmıştı. Ne kadar çok meyveler vermiş olsa da, hepsi bitmişti işte. İnsanlar artık gelmez olmuş, güzün soğuklarından yaprakları da sararmaya başlamıştı. Rüzgarın sertliğiyle dallarından kopup etrafa savruluyorlardı. Onlar tek tek çamurun içine bulanırken, gözyaşları yağmurun damlarına karışıyordu. Her şey bir anda eski haline dönmüştü. Yine çıplak bedeninle ormanın derinliklerinde yalnızlığa gömülürken, gökyüzündeki yıldızların farkına vardı. Onlar eskisi gibi üzerinde yanıp sönüyorlardı.
Her gelen bir şeylerini alıp gitmişti, ama yıldızlar hala eskisi gibiydi, elinde kalan tek umuttu belki de. Gecenin soğuk karanlığında yine onlara bakıp dilekte bulunması gerekir miydi?
Acaba bu sefer daha farklı olur muydu?..

Sibel Uygun

Hiç yorum yok: